24.04.2024

Tuğçe’nin dramı kitaplaştı

GAZETECİ İSMAİL EREL’İN KALEMİNDEN BİR CESUR YÜREK

FRANKFURT – Gazeteci İsmail Erel, 2014’ün kasım ayında uğradığı saldırı sonucunda girdiği komadan uyanamayıp hayatını kaybeden Tuğçe Albayrak’ın öyküsünü kitaplaştırdı. Böyle bir “cesur yüreğin” genç kuşakların anılarında da yaşaması gerektiğine dikkat çeken İsmail Erel, Almanca kaleme aldığı kitabın Almanya’daki tüm kitapçılardan (Hugendubel, Thalia) veya online satış merkezlerinden (www.amazon.de) temin edilebileceğini belirtti. Yazar Erel, sorularımızı yanıtladı.

-Tuğçe adı, sadece yürekli bir Türk kızın hiç hak etmediği bir biçimde ve çok erken sevdiklerine vedasını içermiyor. Aynı zamanda çok ilginç bir döneme de karşılık geliyor. Tuğçe, sizce, nasıl bir ortamda ve “nasıl bir Almanya’ya yanıt” oldu?

AYPA-Bizim-Hessen-20160829-1500-Tugce-Ismail-Erel-800x900
İSMAİL EREL – Davranışıyla bir anda Almanya’nın gündemine oturan Tuğçe, kendine güvenen, yani özgüvene sahip olup da eğitim seviyesi çok yüksek bir neslin simgesi oldu. İnsanlar, ilerde öğretmen olup öğrenci yetiştirecek olan Tuğçe’nin örnek karakterini haftalarca, aylarca tartıştı. Gençler, böylesine yürekli bir davranışın karşılıksız kalmadığını, insanların bunu unutmadığını gördü. Ancak ne olursa olsun tüm bunlar, Tuğçe’nin yaşamını yitirmesinden dolaya büyük üzüntü duyulmasının önüne geçmedi.
Almanya’da, ki bunu Alman toplumunu kastederek söylüyorum, Türk gençleri hakkında hâlâ yaygın önyargılar var. Bu önyargılardan en yaygın olanı da, Türk gençlerinin sosyal aktivitelere katılmaması, derneklerde ve yardım kuruluşlarında angaje olmadığı iddiası. Tuğçe tüm bunlara bir anda cevap oldu. Örnek kişiliği ile okul yönetiminin büyük takdirini kazanan, Alman Kızılhaç Örgütü’nde angaje olan ve sosyal yaşama katılımı olan Tuğçe ezberleri bozdu, modern bir Türk kızının güzel yüzü oldu.
-Tuğçe’nin ailesi bu erken vedayı nasıl karşıladı? Aileyi yakından tanıyorsunuz, neler gözlemlediniz?
İSMAİL EREL – Tabii ki aile için çok zor günler oldu. Ama bu konu daha çok ailenin cevaplandırması gereken bir konu. Çünkü herkes acısını içinde yaşar. Ama benim dikkatimi çeken bazı noktalar oldu. Bu gözlemlerimi aktarabilirim. Aile, daha ilk günden itibaren sadece ve sadece Tuğçe’nin sağlık durumu ile ilgilendi. Ailenin yakınları ise ilgilenilmesi gereken konulara eğildi. Büyük bir dayanışma söz konusuydu. Dışarıda olup bitenler hakkında aile sadece haberdar olması gerektiği kadar bilgilendirildi. Tuğçe’ye odaklanmış ailenin konsantrasyonunu bozan bir şeye izin verilmedi.
Ailenin tutumu hep örnek gösterildi. Kızlarının ölümünden sorumlu olan Sanel M. ile ilgilenmediler. Adli makamların ve polisin işini zorlaştıracak hiçbir adım atmadılar, hiçbir girişimde bulunmadılar. Tamamen hukuka sığındılar, polisin yaptığı çalışmaya ve adli makamlara güvendiler.
Gözlemlediğim bir konu da, Tuğçe’nin dramını fırsat bilip gündeme gelmeye çalışan insanların olması. Bunlar ister akraba olsun ister Tuğçe’yi hiç tanımayan insanlar, yaptıkları açıklamalarla bence aileyi üzdüler.
-Almanya’daki Türk toplumu Tuğçe’yi ve müdahalesini nasıl değerlendirdi sizce?
İSMAİL EREL – Türk toplumunda daha çok bir “gurur” havası esti. Böyle cesur bir kızın Almanya’da gündemi uzun süre meşgul etmesi ve olumlu şekilde gündeme getirilmesi, Türk toplumunu memnun etti. Tuğçe’nin hiç tanımadığı insanların yardımına koşması övülmesi gereken bir hareket olarak değerlendirildi. Türk toplumu sosyal medyada da Tuğçe’yi haklı çıkardı.
-“Alman çoğunluk toplumu” Tuğçe olayını ve Tuğçe’nin bu toplumdaki yerini nasıl gördü, değerlendirdi?
İSMAİL EREL – Almanlar, yardıma ihtiyaç duyan iki küçük kıza koşan Tuğçe’nin yaptığını kahramanlık olarak görüp değerlendirdi. Çünkü Tuğçe bu kızları tanımıyordu bile. Yani Tuğçe bir nevi, kendisinin dramı hakkında konuşan, üzülen insanların da çocuklarını korumuştu. İnsanlar öyle gördü. Restoranın bayanlar tuvaletinde bulunan iki küçük kız, onların da kızı veya kız kardeşi olabilirdi. Tuğçe, bu kızların kim olduğuna bakmadan, bu kızlar için bir tehdit unsuru olan gençlere kafa tutup onları tuvaletten çıkartmıştı. Belki birçok genç kız buna cesaret etmeyecek, “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” mantığıyla gençlerin yanından çıkıp gidecek ve yemeğini yemeye devam edecekti. Ama Tuğçe bunu yapmadı. Tuğçe, daha önce tuvalete gittiği için orada iki kızın olduğunu biliyordu. Restoranda olay çıkartan gençlerin tuvelete gitmesi ve uzun süre geri dönmemesi, bu sırada kızların yüksek sesle bağırmalarını duyması, Tuğçe’yi harekete geçirdi. İşte tam da bu nokta, “Bana ne” demeyen Tuğçe’nin Alman çoğunluk toplumu tarafından bağrına basılmasına neden oldu. Almanlar olayda belki Tuğçe’nin kız arkadaşlarının da karşılık vermesi, gençlerle atışmasını dikkate almadı. Onlar için önemli olan, bir genç kızın, sadece ve sadece yardıma koştuğu için saldırıya uğraması ve bu saldırı sonucu yaşamını yitirmesiydi. Tuğçe onlar için bir kahramandı. Ve öyle de kalmalıydı…
-Tuğçe’yi ikinci ve üçüncü kuşak Türkler ile yaşıtı Türkler nasıl algıladı? Siz arada bir fark saptayabildiniz mi?
İSMAİL EREL – Olaydan hemen sonra bu drama dahil olduğum için, bazı gözlemler ister istemez akılda kalıyor. Bence ikinci ve üçüncü kuşak arasında bir algılama ve olayı değerlendirme farkı vardı. Olaya tanık olan veya videosunu izleyen gençler daha çok “Neden çevrede duranlar yardıma koşmamış” derken, biraz daha çevredeki insanları suçlar bir tavır takındı. Onlar daha çok “Neden engellenmedi” sorusuna takıldı.
Birinci veya ikinci kuşak ise, gencin ailesini suçladı. Bunun bir eğitim sorunu olduğunu, ailenin eğitime gereken önemi vermediğini ve sorunun aile kaynaklı olduğunu savundu. O dönem yaptığım görüşmelerde bu görüşü savunanlar çoğunluktaydı. Gencin bu denli saldırgan olması, videoda görüldüğü gibi gözü dönmüş gibi kızların grubuna saldırmaya çalışması ve Tuğçe’ye vurması, vatandaşlara göre ailenin suçuydu. Çünkü onlara göre aile oğullarının eğitimine önem verip onu iyi yetiştirmeye çalışsaydı, bu saldırganlık olmayacaktı. Bu saldırganlık olmasaydı, Tuğçe’ye saldırı olmayacaktı. Saldırı olmasaydı, Tuğçe yaşayacaktı.
Birinci ve ikinci kuşağın savunduğu bir nokta da, “Bu çocuk aile içinde şiddet görmese, şiddete yakın olmazdı” görüşü oldu. Ki gerçekten de bu görüşte olanlar haklı çıktı. Duruşmada gencin aile içinde şiddete maruz kaldığı gibi, annesinin de babası tarafından dövüldüğü ortaya çıktı. Tüm bunların üstüne, gencin kardeşinin de kız arkadaşını tokatlarken görüntüleri çıktı ortaya.
-Kitabı Almanca yazdınız. Bu, Almanya ve Alman toplumuna bir mesaj mı? Nasıl bir mesaj?

AYPA-Bizim-Hessen-20160829-1500-Tugce-800x1150
İSMAİL EREL – Konu, zamanında Almanya’da çok büyük ilgi uyandırdığı için öncelikle Almanca yazmayı tercih ettim. Ancak Türkiye’den de çok insanın okumak isteyeceği ve Türkçe okumayı tercih edenlerin de olacağını göz önünde bulundurarak, aynı zamanda Türkçesini de hazırladım. Almanca ve Türkçe kitap birbirinin yüzde 100 tercümesi değil. Almanca baskıda gereksiz bulduğum veya Almanca okunmasında Türkçedeki tam anlamını vermeyeceği için bir-iki küçük detaya yer vermedim. Aynı şekilde Türkçede de bazı konular tam aynı değil.
Ama kabaca, genel anlamda, iki kitabın içerik olarak aynı olduğunu söyleyebiliriz. O günleri yaşayanlar iki versiyonu da okudular. Özellikle Türkçesini okurken, yine o günleri yaşadıklarını söylediler. Bu da benim açımdan, anne Sultan Hanım’ın duygularını doğru bir şekilde kitaba yansıtabildiğimin bir göstergesi oldu.
Kitabın Almanca olarak yayınlanmasında tabii ki Alman toplumunun bir önemi var. Sonuçta Tuğçe’nin dramı Almanları da çok derinden etkiledi. Haftalarca süren bir medeni cesaret tartışması başladı. İnsanlar, “Ben Tuğçe’nin yerinde olsam nasıl davranırdım” sorusuna bir yanıt aradı. Almanca yazılan kitap Alman toplumuna Tuğçe’yi daha yakından tanıtacak. Haftalarca dillerinden düşürmedikleri Tuğçe nasıl bir insandı? Nasıl bir karaktere sahipti? Tuğçe’yi tanıyabilmek için daha detaylı bilgiyi bu kitapta bulacaklar. Çocukluğundan, öldüğü güne kadar, detaylı bir çalışma oldu.
Alman toplumu, “iyilik meleği” ve “medeni cesaretin simgesi” olarak gördüğü Tuğçe’yi bağrına bastı. Çünkü Tuğçe, düşünmeden hareket etti. Yardım ettiği kızları tanımıyordu bile. Onun için orada aslolan, kızların yardıma ihtiyacı olduğunu hissetmesi. Ve kamuoyundaki tartışmalarda, gazetelerin internet sitelerinde yapılan okur yorumlarında Tuğçe’nin modern Türk kızının yüzü olarak göçmenlerin de böyle bir konuda kendi canını tehlikeye atmaktan çekinmeden, kökeni ne olursa olsun, başka bir insana yardıma hazır olduğu dile getirildi. Bu noktadan hareketle bakarsanız, evet; Almanya ve Alman toplumuna mesaj: “Tuğçe sadece bizim değil, sizin de kızınızdı. Hatırasına siz de sahip çıkın.” Umarım Tuğçe yaptıklarıyla her zaman akıllarda kalır. (FHF)